Yaşamınız için doğru yiyin

Yaşamınız için doğru yiyin

İnsan vücudu her gün ortalama 2,5 kilo yiyecek ve içecek alır. Bu miktar, yılda 1 ton katı ve sıvı besin demektir. 7 yıl bo­yunca, bir ...

Yaşamınız için doğru yiyin

İnsan vücudu her gün ortalama 2,5 kilo yiyecek ve içecek alır. Bu miktar, yılda 1 ton katı ve sıvı besin demektir. 7 yıl bo­yunca, bir ...

Yaşamınız için doğru yiyin
10 2011 - 14:40

İnsan vücudu her gün ortalama 2,5 kilo yiyecek ve içecek alır. Bu miktar, yılda 1 ton katı ve sıvı besin demektir. 7 yıl bo­yunca, bir insan ortalama ağırlığının 1000 katı oranında yiye­cek ve içecek tüketir. Böyle bir miktarın vücudumuza girmesi, ağzımıza tam olarak ne koyarsak koyalım, çok önemlidir.

Şimdiye kadar seçimlerimiz o kadar da iyi değildi. Her şey­den önce, bu seçimler bizi son derece şişmanlattı ve pek çoğu ölümcül olmak üzere, geniş çaplı sağlık problemi risklerini ar­tırdı. Diğer bir açıdan, Amerikan beslenme tarzının kapsadığı besin değerleri kısıtlıdır; eksiklik sendromlarından kaçınmak için yeteri miktarda yesek bile, pek çok kronik hastalığa karşı riski azaltmak için gerekli olan pek çok önemli besinden az miktarda alabiliriz. Bazı durumlarda takviye almak vücudunuzun tam olarak duyduğu ihtiyacı karşılamaya yetse bile, en iyi savunma doğru yemektir. Vücutla ve birbiriy­le çok karmaşık yollarla etkileşime giren yiyeceklerdeki biyolo­jik ve aktif bileşenlerin sayısı, takviye alımının iyi yiyeceğin ye­rini tutamayacağı anlamına gelir.

Bu kitaptaki yeme programı bizi bir kere daha doğru yola yönlendiriyor; bu nedenle ince, güçlü ve sağlıklı vücutların keyfini çıkarabiliriz. Bu bölüm kalıcı kilo vermek için en iyi di­yeti anlatıyor (düşük protein, düşük karbonhidrat, bol (kaliteli) yağ ve bol bol sebze). Size, tüketmeniz gereken belirli alkalik yiyecek ve içecekleri ve kaçınmanız gereken asidik yiyecekleri gösteriyor; pH dengesi ayarlanmış bir şekilde beslenmek için “sağlık evi” planını sunuyor.

Genel anlamda, karbonhidrat ve protein bakımından ol­dukça düşük, iyi ve sağlıklı yağlar bakımından zengin ve çok geniş bir çeşitlilikle yeşil sebzelere odaklanmış bu diyetle zayıf­layacak ve zayıf kalacaksınız. Tam, doğal, işlenmemiş organik yiyecekler yemelisiniz, işlenmiş yiyecekler, fast food, konserve yiyecekler, kızartılmış ve dondurulmuş gıdalarda olduğu gibi, son derece asitlidir. Gerçekten canlı olabilmek için yiyecekleri­niz mümkün olduğunca temiz olmalıdır.

Fast food: Sizi hızlı bir şekilde şişmanlatır
Film yapımcısı Morgan Spurlock, otuz gün boyunca McDonald’s’tan aldığı yiyecekler dışında hiçbir şey yemediği Süper Size Me (Şişir Beni) adlı filmiyle 2004 Sundance Film Festivali’nde izleyicileri dehşete düşürdü. 12 kilo aldı, kolest-rolü yükseldi ve karaciğeri fonksiyonlarını gerçekleştiremez hale geldi. Ama aslında Bay Spürlock’un bize bunları söyle­mesine ihtiyacımız yoktu değil mi? Amerikan obezite dalgası­nın fast foodlarla direkt olarak ilgili olduğunu zaten biliyoruz.

Bay Spurlock’un filminin gösterime girmesinden^ kısa bir süre sonra McDonald’s yıl sonunda büyük boy kızart­maların ve içeceklerin boyutunun küçültüleceğim açıkladı. Ama bir an için bile olsa, porsiyonları azaltmanın Amerika­lıların bellerini incelteceğine inanmadım. Eskisinden daha az yiyebilirsiniz ama gene de yediğiniz asidik olacaktır. Eğer proton zengini asidik yiyecekler yersek, asla tatmin olamayız çünkü vücuda gerçekten ihtiyacı olanı veremeyiz ve yememiz gerekenden beş kat daha fazla yemeye devam ederiz. Vücudun gerçekten ihtiyacı olan ve vücudu tatmin edecek tek şey elektron zengini alkalik yiyeceklerdir.

Taze (çiğ) yiyecekler elektron zenginidir; sizi sağlıklı ve ideal kilonuzda tutacak ve vücudunuzu alkalik yapacaktır.

Enerji bankanızdaki hesabınız
Vücudunuzu bir banka hesabı gibi düşünün. Elektron zen­gini alkalik yiyecekler yediğinizde hesabınıza para yatırmış ve sağlığınıza, formunuza, enerjinize, canlılığınıza ve kilonuza ya­tırım yapmış olursunuz. Ve protona doymuş asidik yiyecek ye­diğinizde ise, hesabınızdan enerji çekersiniz. Çok temel bir se­viyede, eğer bu çekme işlemleri için hesabınız yeterli değilse başınız dertte! Eğer çok fazla çekerseniz, vücudunuz olumlu dengeyi (pH dengesini) sürdürmek için çaba harcamak zorun­da kalır. Hesabınızdaki bütün elektronlar tükendiğinde ise ölürsünüz! Dengeyi korumak ve böylece hayatınıza devam edecek enerjinizin olması için, hem çekimlerinize sınır koyma­lı hem de bol miktarda para yatırmalısınız (yeşil yiyecekler, ye­şillik içecekleri ve iyi yağ şeklinde). Hesabınızdaki elektronlar tükendiğinde olacakları anlatacağız ama önce, konu para ya­tırmaya gelince olacaklardan başlayacağız.

Alkalik yiyecekler
Bu planın temelinde elektron zengini yeşil yiyecek ve içe­cekler var ve onları özgür bir şekilde tüketebilirsiniz. Bu size se­çim yapmak için çok zengin bir kaynak sunuyor; bu bölümün sonuna doğru, bu yiyeceklerin daha anlaşılır bir listesini bula­caksınız. Şimdi size bunlardan en önemlilerini ayrıntılı bir şe­kilde tanıtacağım.

Bitkisel yağlı asitler
Avokado, tekli doymamış yağlar (%80), protein (%10-15) ve bir dizi mikro-besin bakımından mükemmel bir kaynaktır. İçin­de nişasta yoktur ve şeker oranı çok düşüktür (%2). Avokadoda, kırmızı kan hücresi üretimine yardım eden demir ve bakırın ya­nı sıra on dört mineral vardır. Diğer pek çok sebze ve meyveden daha fazla sayıda besin içerdiğinden, besleyicilik bakımından zengindir. Avokadoda muzdan daha çok potasyum vardır ve muzun aksine şeker oranı çok düşüktür. Kolesterol emilimini azaltarak kolesterol seviyesini düşürmeyi sağlayan phytokimya-sal phtosterol bakımından zengin bir kaynaktır, antiasit özelliği olan glutathione içerir. Avokado, aynı zamanda kanser ve göz hastalıklarına karşı koruma sağlayan en zengin lütein* kaynakla­rından biridir. UCLA’da yapılan araştırmalar, avokadoda önce­den düşünülenden iki kat fazla E vitamini olduğunu göstermiş­tir ve bu sonuç avokadoyu asit tamponlama bakımından en güç­lü ve en zengin meyve yapmıştır. Günde en az bir tane yemenizi öneririm (daha fazlasında kesinlikle SORUN YOK – ve eğer ciddi hastalıklarınız varsa 3 ile 5 arasında bile yiyebilirsiniz).

Hindistancevizi, özellikle de ham hindistancevizi ve hindis­tancevizi sütü, iyi doymuş yağ bakımından diğer bir mükemmel kaynaktır. Hindistancevizinin %70′i yağdır ve bu miktarın %90′ı doymuş yağ, geriye kalan %10′luk kısmı da tekli doymamıştır. Bu doymuş yağlar Hindistancevizinin ününü son zamanlarda lekeledi. Ama gerçek şu ki, doğal hindistancevizi ve soğuk pres­lenmiş hindistancevizi yağları sizin için faydalı. Hindistancevi­zi sadece ısıtıldığında, işlendiğinde ve hidrojene olduğunda bu doymuş yağlar trans yağlara dönüşür ve sizin için zararlı olan da budur. (Bu nedenle, yiyeceklerinizi önce buharda pişirin ve hindistancevizi yağı da dahil, yağlarınızı ısıya maruz bırakma­dan ekleyin.) Doğal hindistancevizindeki iyi yağlar, iddiaların aksine, kolesterolün düşmesine ve damar sertliğinin önlenmesi­ne yardım eder. Hindistancevizinin %15′i tam proteindir.

Araştırmalar, hindistancevizi yemenin yüksek kolestrol ve kalp krizine bağlı ölüm riskinin artmasına neden olmadığını göstermiştir. Yüksek miktarda hindistancevizi yağı tüketimi olan adalılarda hiçbir zararlı etki görülmemiştir ama Yeni Ze­landa’ya göç eden gruplar, yiyeceklerinde daha az hindistance­vizi yağı kullandıklarından, iyi kolesterol seviyeleri düşerken kötü kolesterollerinde artış meydana gelmiştir. Tatlandırılmamış hindistancevizi sütü veya hindistancevizi yağı standart Amerikan yiyeceklerine eklendiğinde kolesterol seviyesinde bir değişiklik olmadığı görülmüştür. Safran yağı bakımından zen­gin yiyeceklerle beslenen farelerde, hindistancevizi yağı ile beslenen farelere oranla altı kat daha fazla kolesterol vardır.

Meyvenin beyaz etli kısmının sıvılaşmasıyla oluşan hindis­tancevizi sütü, pH, yağ ve besin içeriği bakımından anne sütü­ne çok yakındır. Mükemmel bir fosfor, kalsiyum ve demir kay­nağıdır. Çok fazla şeker içermemesine rağmen doğal bir tatlılı­ğı vardır. Katkı maddesi ve koruyucu eklenmemiş, doğal, tat­landırılmamış hindistancevizi sütü almaya dikkat etmelisiniz.

Cevizin ortasındaki boşluktan çıkarılan hindistancevizi su­yu insan kanıyla aynı pH seviyesine sahiptir ve moleküler yapı­sı bakımından da insan kanına benzerdir, ikinci Dünya Savaşı sırasında, kan bulunamadığı zamanlarda kan plazması yerine kullanılmıştır.

Salata soslarınıza hindistancevizi suyu veya sütü ekleyin ve hindistancevizinin farklı kullanımları için tariflerin olduğu bö­lüme bakın. Hindistancevizi yağı alırken soğuk preslenmiş ol­duğundan emin olun.

Taze balık, protein ve pek çok mikro-besinin yanı sıra, Omega-3 bakımından da zengindir. Bütün hayvansal protein­ler gibi, sindirildiği zaman asit formu üretmez ve lif içermez, bu nedenle her gün yiyemezsiniz. Ama içeriğindeki iyi yağların faydaları onu gerçekten önemli bir yiyecek haline getirir. Ta­mamen taze olduğuna emin olmalısınız: yeni yakalanmış ol­malı ve “balık gibi” kokmamalıdır. Ve kirlenmemiş denizlerden yakalanmış olmalıdır. Somon, alabalık, ton, çizgili levrek ve levrek sizin için en iyileridir.

Tohum yağları, örneğin keten, hodan, kenevir ve melekotu, çoklu doymamış yağ içeriği bakımından yüksektir. Isı, besin değerlerini bozduğu için, soğuk preslenmiş olarak aldığınıza emin olun.

Yeşil sebzeler
Sebzeler vücudun ihtiyaçlarının büyük bir bölümünü karşı­lar: vitaminler, mineraller, lif ve hatta protein ve yağ gibi mak-ro-besinleri içerir. Daha az bilinen bileşenlerinden bazıları da sağlık için çok önemlidir.
* Klorofil, yeşil bitkilere rengini veren maddedir, vücut için­de oksijenin dağıtılmasına yardım eder. Klorofile bitkile­rin kanı diyorum, çünkü klorofil hem kimyasal bileşenler açısından hem de moleküler yapı bakımından insan kanı­na çok benzemektedir. Moleküllerinde sadece bir merke­zi atom farklıdır. Özellikle yapraklı yeşil sebzeler klorofil bakımından çok zengindir.
* Enzimler, vücudun kimyasal aktiviteler için kullandığı maddedir. Her biri kendi fonksiyonu ve özelliğine sahip olan binlerce enzim vardır ve çeşitli sebzelerden yemek vücuda çeşitli enzimleri sağlar. Enzimler aynı zamanda sindirime de yardımcıdır. Isı enzimleri bozduğundan, sebzeleri olabildiğince çiğ olarak yemek çok önemlidir. Sebzeleri ne kadar az sürede pişirirseniz o kadar iyidir.
* Pitobesinler, bazı bitkilere sarı, turuncu ve kırmızı rengini ve­ren maddedir. Asitlerin nötrlenmesine yardım eder ve anti-oksidan görevi görür. Diğer pek çok yardımcı faktörünün ya­nında kromun enerji için şekeri bağlamasına yardım eder.

Salatalık, kereviz, yeşillik gibi burada bahsedilen sebzeler­den birini seçerseniz yanlış yapmış olmazsınız; bunlardan pek çoğu bölümün sonundaki listede ayrıntılı olarak veriliyor. Sizi bekleyen faydalardan birkaçını örnek vermek istiyorum.

Brokoli, harika bir C vitamini kaynağıdır, 400 gramı size günlük ihtiyacınızın neredeyse tamamını sağlar. Folate*, A vi­tamini, demir, potasyum, B6 vitamini, magnezyum, B2 vitamini içerir ve bunların hepsine vücudun ihtiyacı vardır. Brokoli çok zengin bir lif kaynağıdır ve kan şekeri seviyesinin denge­lenmesine, kolestrolün düşmesine yardım eder, sindirimi ko­laylaştırır, bağışıklık sistemini güçlendirir ve kiloyu kontrol eder. Bütün yeşil ve sarı sebzeler gibi, brokolinin DE 7.5 ile 8 arasında bir pH seviyesi vardır.

Ispanak, size de en az Temel Reis’e faydalı olduğu kadar faydalıdır. A vitamini, folate, demir, magnezyum, kalsiyum, C vitamini, B2 vitamini, potasyum ve B6 vitamini bakımından zengindir. Çok zengin bir lif kaynağıdır ve kan şekeri seviyesi­nin kontrolüne yardım eder. Ispanak aynı zamanda tansiyo­nun ve kolesterolün düşmesine yardım eder, sindirimi kolay­laştırır, bağışıklık sistemini artırır ve kilo vermeye yardımcı olur. 7.5 – 8 arasında bir pH seviyesi vardır.

Sebzelerinizi daima taze ve eğer mümkünse organik alın. Tercihen çiğ olarak yiyin ve pişirdiğiniz zaman da olabildiğin­ce kısa sürede ve 47 dereceyi aşmayacak ısıda pişirin (enzimler ancak bu sıcaklığa kadar dayanabilir).

Brüksellahanası, her zaman yeşil olmaz ama gene de yiye­bileceğiniz en iyi yiyecekler arasındadır. Vitamin, mineral ve tam proteinle doludur (ve kolayca sindirilebilir); enzim, nükle-ik asit ve B12 bakımından zengindir, aksi takdirde vejetaryen menülerinde rastlanması zor olurdu. Tohumları, lahanaya dö­nüştükçe daha da alkalik olur. Ve büyüdükçe besin bakımın­dan bir patlama gerçekleşir, örneğin folik asit %600, B12 ise %1300 oranında artar!

Bilinen yonca ve fasulye filizlerinin ötesine geçin ve yemek­lerinize filizli mercimek, brokoli, nohut, susam tohumu, ayçe-kirdeği, esmer buğday, soya ve benzeri öğünlerinize dahil edin. Fasulye, çekirdek veya tohumları kendiniz yetiştirmeyi de de­neyebilirsiniz.

Dışarıda yemek
Bu programı gittiğiniz her yerde uygulayabilirsiniz. Son zamanlarda her yerde, fast food restoranlarında bile salata bulabilmeniz mümkün. Daha iyi mekânlarda, başlangıç­lardan %20-30 kadar alın ve yanına büyük bir tabak salata isteyin. Ne istediğinizi tam olarak belirtin; pek çok restoran size bir tabak buharda pişmiş sebze sağlayabilir veya başka bir seçimdeki bir malzemeyi çıkarabilir, işleri kolaylaştır­mak için “alerjik” olduğunuzu söyleyin (Mantarlara karşı alerjim var, lütfen yağda kızartmayın” gibi).

Eğer uçak yolculuğu yapacaksanız, tam bir vejetaryen öğünü sipariş edin, mutlaka yiyebileceğiniz bir şeyler ola­caktır (ve yanınızda büyük bir şişe yeşillik içeceği bulundu­run, uçmak vücudu çok susuz bırakır!).

Genel olarak, yanınızda atıştırmak için bir şey mutlaka bulundurun. Bu sizin kurtlar gibi acıkmanızı önler ve çok aç olmasanız kaçınabileceğiniz asidik yiyeceklerden uzak tutar; bu nedenle alkalik bir alternatifi hazırda bulundur­manız iyi olur.

Diğer alkalik yiyecekler
Bu bölümün sonlarına doğru yer alan uzun listeden de gö­receğiniz gibi, seçebileceğiniz binlerce alkalik yiyecek var ama gerçekten çok iyi olan birkaç tanesinden daha bahsetmek isti­yorum (hem faydalan hem de kullanım kolaylığı için):
Limon, misket limonu ve greyfurtta şeker oranı çok düşük­tür (sırayla %3, %3 ve %5). Kimyasal olarak asitli olmalarına rağmen metabolizmada kullanıldıklarında alkalize etkileri var­dır. Vücudunuzun hassas pH dengesini korumaya yardımcı ol­ması için gün içinde suyunuza biraz sıkabilirsiniz.

Domatesin şeker oranı çok düşüktür (%3) ve yendiği zaman son derece alkalize etki gösterir. Ancak pişirildikleri zaman me­tabolizmada hafif asidik formlar meydana getirir. Domates, kır­mızı rengini aldığı likopen maddesinin yanı sıra, vitamin bakı­mından da çok zengindir. Likopen vücut içinde üretilmez, bu nedenle vücudun ihtiyacı vardır; prostat kanserini önlemesi ba­kımından önemlidir, aynı zamanda da asit tamponlayıcısıdır.

Uygun hububatlar buharda pişirilmiş ve filizlenmiş olanlar­dır. Çiğ karabuğday bu gruba örnektir. Protein bakımından zen­gindir ve yeşil sebze ve iyi yağ öğünleri için çok iyi tamamlayıcıdır.

Tuz da, bu programda yağın önerilmesi gibi, sizi çok şaşırta­bilir. Ancak kristalize yapısındaki sodyum, sizi alkalik tutacak temel bir elementtir. Vücut hücrelerinizin tuzlu suyla yıkanma­ya ihtiyacı vardır. Sağlıklı kan tuzludur -neredeyse okyanus su­yu kadar tuzlu- ve içindeki alkalik tuz kandaki asitleri nötrle-mek için kullanılır. Tuz, metabolizmanızı hızlı tutmak için önemlidir. Metabolizma, elektron zengini alkalik suyun bir hücreden diğerine geçerken enerji üretimine denir ve hücreler­deki tuz yoğunluğu tarafından yönetilen bir süreçtir. Su, vücut pH dengesini yakalamaya çalıştığı için, daima düşük tuz yoğun­luğu olan bir hücreden (enerji potansiyeli) daha yüksek tuz yo­ğunluğu (enerji potansiyeli) olan hücreye doğru hareket eder.

Muhtemelen kilo fazlanız için vücudunuzda su tutulmasını ve dolayısıyla da bunun için tuz fazlasını suçluyorsunuz. Ama vücudunuz susuz kaldığından dolayı asitleri sulandırmak için su tutar. Vücudunuzun su tutması, vücut içinde sodyumun pH dengesini sağlamak için potasyuma dönüştürüldüğünün işare­tidir ve bu durumda daha çok suya ve deniz suyu gibi alkalik tuza (örneğin Keltik Tuzu veya Büyük Tuz Gölü’nden elde edi­len Gerçek Tuz gibi) ihtiyacınız vardır. Sorun, yiyeceklerde yanlış çeşit tuzun çok fazla kullanılmasındadır. Neredeyse pi­şirdiğimiz her şeye tuz atıyoruz ve daha da eklemek için masa­ya bir tuzluk koyuyoruz. Hazırlanmış ve işlenmiş yiyeceklerin hemen hepsi son derece tuzlu. Sofra tuzu ve işlenmiş bütün yi­yeceklere eklenen tuz aşırı derecede işlenmiş tuzdur ve elektrik potansiyelleri zarar görmüştür. Elektron enerjisi yoktur. Bu ne­denle yemeklerinize eklediğiniz bilinen tuzları kesmeniz gere­kir; onun yerine elektron zengini alkalik kristalli tuz kullanın. Günde 3-4 gram kullanmanızı öneriyorum.

Pamela
Neredeyse hayatım boyunca aşırı kiloluydum. Düzine­lerce diyet denedim, kilo verdim ama verdiğim kiloları tekrar aldım. Ve son yıllarda ne yaparsam yapayım bir daha kilo ve­remedim. 153 kiloydum, eklem ağrılarım vardı ve devamlı yorgundum. Elli yedi yaşındaydım, gerçekten büyük bir de­ğişikliğin olmasının an meselesi olduğunu biliyordum. Bü­yüdüklerini görmek istediğim üç tane güzel torunum var.

Bu nedenle kilo vermek için alkalik olmak gerektiğini duyduğumda bir denemeye karar verdim. Yediklerimin %80′ini çiğ sebzelerden seçerek, ilk sekiz günde 4.5 kilo verdim, işte o noktada gerçekten yaşam tarzımı değiştirme kararını aldım. pH dengeli yeşillik içeceklerimi bir ay içtik­ten sonra daha da rahatladım ve eklem ağrılarım azaldı, enerji seviyem de son derece arttı. On iki haftanın sonun­da 25 kilo vermiştim. Şimdi ise, 22 ayın sonunda verdiğim kilo toplamı 69! Bu programın diğer faydalarını da yaşa­dım: Örneğin, saç rengim koyulaştı ve kendiliğinden dalga­lanmaya başladı. Artık kilomu saklamaya ihtiyacım olma­dığından yeni kıyafetler aldım ve şimdi 42 beden kıyafetler giyebiliyorum, XXL’dan L’a düştüm.

Shelley Young’un tariflerini kullanarak, insanlara çiğ yi­yecek yemenin ne kadar iyi olduğunu gösteren “yemek pi­şirmeme” kursları veriyorum. Dokuz yaşındaki torunum bana yediklerinin sağlıklı olup olmadığını soruyor. Yemek seçimlerinde onu yönlendirmeye çalışıyorum. Ve biliyo­rum ki, o büyürken bunun sonuçlarını görebilecek kadar yakınında olacağım!

Asidik yiyecekler
İdeal kilonuza ulaşmak ve onu korumak istiyorsanız, kendi­lerinden asidik olan veya sindirildiklerinde vücutta asidik etki yapan yiyeceklerden uzak dursanız iyi olur. Aşağıdaki asidik yi­yecekler konusunda dikkatli olun.

Hayvansal protein
Et ve süt ürünleri de dahil, hayvansal gıda tüketimi kalp hastalıkları (ve kalp hastalığına bağlı ölüm) ve kanser ile bağ­lantılıdır. (Sebze temelli beslenmede böyle risk artışları görül­mez).

Ayrıca: Et yemek ensülin salgısını tetikler -makarna veya patlamış mısırdan daha da büyük oranda- ve bu nedenle sade­ce karbonhidrattan sakınarak kan şekerindeki dalgalanmaları önleyemezsiniz, insan vücudu, eti tam olarak sindiremez ve kısmen sindirilmiş olarak sistemlerinizde dolaşırken inceba-ğırsaktaki tüylere zarar verir, zayıf kan üretimine neden olur ve sonra zayıf hücre üretimi gerçekleşir.

Hayvansal gıdalardan kaçınmamız için, ölümün dışında, pek çok neden vardır. Anatomik ve psikolojik olarak, insan eto­bur ya da hem etobur hem de otobur değildir; karışık ve sabit bitkisel yiyeceklerin yavaş emilimi için tasarlandık.Bu nedenle, et yiyicilerin minimum sürede geçiş sağlaması için tasarlanmış kısa ve basit bağırsakların yerine bu kadar uzun ve karışık sin­dirim yollarımız var. Gerçek etoburlardan farklı olarak, inceba-ğırsak floramız var. Eti parçalamaya uygun çene kemiğimiz ve dişlerimiz de yok.

Etin olgunlaşmasına, istenilen tada ve dokuya ulaşmasına neden olan şey mayadır. İnsan tüketimi için “uygun” bir şekil­de olgunlaştırman bütün etler kısmen mayalandırılır, asitler ve asit üreten mikro-formlar etlerin içine işler. Özellikle ABD’de, hayvanlar hormonlarla son derece semirtiliyor ve böyle bir işlemden kalan artıklar ve asitler, yağda birikiyor. Kırmızı et tü­ketimi kalınbağırsak kanseri riski artışıyla, hayvansal yağ tüke­timi ise prostat, göğüs ve diğer kanser çeşitleriyle ilgilidir.

Domuz eti asit doludur ve domuzların bu asitleri dışarı ata­cak bir lenf sistemi yoktur; bu nedenle metabolik asitler doku­larında, yediğiniz ette depolanır.

Yetiştirilen bütün etler gibi, domuz etinde de bakteri, maya, mantar nedeniyle oluşan ve artık madde ve asitlerle ilgili yük­sek seviyede bir kirlilik vardır. Bu hayvanların beslendiği yem­ler, depolarda uzun süreler için bekletilir ve bu nedenle man­tarlar tarafından kirletilir. Kesimevi şartları da, daha fazla kir­lenmeyi engelleyecek kadar sağlık koşullarına uygun değildir. Çalışmalar, etteki mikotoksinin büyük bir çoğunluğunun ısıya dayanıklı olduğunu, bu nedenle eti pişirmenin sizi korumaya­cağını göstermiştir.

Artık söylemeye gerek yok; sucuk, sosis, konserve sığır eti, etli yiyecekler, jambon, domuz ve sığır pastırması, salamura dil ve paça gibi bütün işlenmiş, salamuraya konmuş, tütsülenmiş yiyeceklerden uzak durmak zorundasınız.

Tavuk, Tüketici Birliği’nin raporuna göre, campylobacter jejuni tarafından %42 oranında, Salmnella bakterileri tarafın­dan ise %12 oranında kirlenmeye maruz kalmaktadır; bu ra­kamlar ABD Tarım Bakanlığı tarafından da onaylanmıştır. Çok fazla miktarlarda tavuk ve hindi yememek için, kendi asidik id­rarlarını kendi et dokularıyla emdiklerinden idrar yollarını kul­lanmadıklarını düşünmekten daha fazla nedene ihtiyacınız ol­duğunu düşünmüyorum. Kümes hayvanlarının aşırı tüketimi yüksek kalınbağırsak kanseri riskini doğurmaktadır.

Bir yumurtada 37.500.000′den fazla patolojik mikroform bulunur. Yumurtanın etkisini (artmış bakteri ve maya), yedik­ten on beş dakika sonra kanınızda görebilirsiniz ve beyaz kan hücrelerinin bu karışıklığı temizlemesi yaklaşık yetmiş iki saat sürer. Yemle beslenen tavuklardan elde edilen yumurtanın asit içerdiği belgelenmiştir. Günde en az bir tane yumurta yemek yüksek kalınbağırsak kanseri riski doğurur.

Süt ürünleri, süt, peynir, dondurma, ve yoğurt da dahil, laktoz denilen konsantre şeker içerir. Laktoz vücut içinde kırı­larak laktik asit şeklini alır ve bu da kaslarda, kemiklerde ve ek­lemlerde tahriş ve iltihaplanmaya neden olur. Özellikle peynir ve süt olmak üzere, süt ürünlerinin bol miktarda tüketilmesi de yüksek kalınbağırsak kanseri riski yaratır.

Bol miktarda protein olmadan kaslarımı nasıl geliştirebilirim?
Pek çoğunuzun “Peki böyle beslenerek proteinleri nere­den alacağım?” sorusunu düşündüğünüzü biliyorum. Ger­çek endişeniz, çok fazla protein tüketmek olmalıdır. Orta­lama bir Amerikalı erkek, önerilen günlük limitten %175 daha fazla, bir Amerikan kadını ise % 144 daha fazla prote­in tüketmektedir. Bu oran Genel Cerrahi Raponı’nun 1988 yılında çıkan Beslenme ve Sağlık Raporu’ndan alınmıştır ve yüksek protein diyeti çılgınlığından önce bile zaten aşırı miktarda protein aldığımızı gösterir. Tam protein üretmek için gerekli aminoların hepsi bitkisel kaynaklardan da alı­nabilir.

Ayrıca, kas geliştirmek için proteine ihtiyacınız yoktur. Kas geliştirmek için sağlıklı kana ihtiyacınız vardır. Ve sağ­lıklı kanı da elektron zengini yeşil besinlerden ve iyi yağlar­dan elde edersiniz, proteinden değil. Dünyadaki en güçlü hayvanlar -atlar, goriller, filler- bitki yer. Ve kesinlikle’ bif­tek veya kahvaltı için protein karışımları tüketmezler!

Eğer süt ürünlerini tüketmezsem kemiklerime ne olur?
Sanırım bu soruyla her gün karşılaşıyorum. Gerçek şu ki ABD, ingiltere ve isveç osteoporoz* oranı en yüksek ülke­lerdir ama aynı zamanda bu ülkelerde süt tüketimi en faz­la seviyededir. Amerikalı kadınlar, tüm yaşamları boyunca günde ortalama bir litre süt içmektedir (peynir, dondurma, yoğurt yapımında kullanılan süt de dahil) ama hâlâ otuz milyon kadında osteoporoz var. Süt içmek kemik erimesini engellemez. Kemik erimesi çok fazla protein tüketimi ile il­gilidir. 1986 yılında, Science dergisi, protein diyetlerinin os-teoporozun en önemli nedeni olduğunu duyurmuştur. Jo­urnal ofClinical Nutrition 1995 yılında “protein diyetleri­nin kandaki asit miktarını artırdığını ve bu asitleri nötrleye-bilmek için vücudun iskeletten kalsiyum çektiğini” açıkla­mıştır. Journal of Nutrition’da 1981 yılında yapılan bir ça­lışma protein alımının ikiye katlanmasının kalsiyum kaybı­nın da ikiye katlanması demek olduğunu ortaya çıkarmış­tır. American Journal of Clinical Nutrition’da 1979 yılında yapılan bir çalışma, bir kişinin günde 1400 mg kalsiyum al­ması halinde bile, yüksek proteinli bir diyetle kemik kütle­sinin her yıl %4′ünü kaybedeceğini açıklamıştır. Anahtar, kalsiyum için süt içmeye devam etmekte (bir yandan da bu süre boyunca çok, daha çok protein almakta) değil de, ye-diklerinizdeki protein miktarını azaltarak vücudun kemik-lerdeki kalsiyumu emmesine ve onları zayıflatmasına or­tam sağlamamaktadır.

Tatlandırıcılar
Şeker, vücuttaki asit üretiminin ve obezitenin büyük sebep­lerinden biridir. Ve Amerikalılar her hafta 23.000 ton şeker tü­ketmektedir.

Şeker yediğiniz zaman, enerji için kullanılmayan fazlalık mayalanarak asetaldahit, nöro toksin ve laktik asit gibi asitlere dönüşür ve eğer bu asitler vücutta kalırsa hücresel bozulmaya yol açabilir, karaciğerde etil alkol oluşabilir ve bu da gene hüc­resel bozulmaya yol açar. Ayrıca araştırmam, şeker bakımın­dan düşük bir diyetin, vücuttaki asit oranının da düşmesiyle sonuçlandığını göstermiştir.

Bildiğimiz beyaz şekerden, bal, şerbet, kahverengi şeker, pekmez ve glikoz gibi diğer şeker biçimlerinden de kaçınmalı­sınız. Bütün basit karbonhidratlar, şekerde olduğu gibi vücutta tutulur bu nedenle beyaz un, beyaz pirinç, makarna ve bunun gibi yiyeceklerden de uzak durmalısınız. Bunların hepsi, tıpkı şeker gibi, kan şekerinde çok fazla yükselmeye neden olabilir. Etiketlerdeki şeker miktarını her zaman kontrol edin; paketlen­miş yiyeceklerdeki şeker oranı yüksektir, hatta hiç şüphelen­meyecekleriniz bile. Yediklerinizi kendiniz yapmanız için baş­ka bir geçerli neden!

Yapay tatlandırıcılar, örneğin aspartam (NutraSvveet), sa­karin (Svveet’N Low) ve sucralose (Splenda) vücutta potansiyel olarak ölümcül asitlere dönüşür. Örneğin aspartam kullandığı­nızda, içindeki maddelerden biri, metil alkol, formaldehite dö­nüşür, formaldehit bir nöro toksindir ve kanserojen olarak bili­nir! Ama bu hepsi değil. Daha sonra, formik aside dönüşür. Ve bu yapay tatlandırıcılarda bulunan maddelerden sadece biridir.

Aspartam, obeziteye neden olduğu için özellikle kötü olarak bilinir. Tatlandırıcının asit bileşeni, monosodyum glutamatta (MSG) bulunan ve kilo nedenli ağrılara neden olabilecek, glu-tamik asitten adını almıştır.

Eğer tatlandırıcı kullanmanız zorunluysa, daha güvenli olan stevia bitkisi veya hindiba gibi seçenekleri sağlıklı ürünler sa­tan dükkânlarında bulabilirsiniz.

Fıstık
Fıstık son derce asidiktir ve yirmi yedinin üzerinde maya ve küf içerir. Bunu ilk yazdığımda, bunların hepsinin listesini yap­tım ve altı satır sürdü. Fıstık yemeyin! (Fıstık ezmesi de dahil.)

Mısır
Mısırda yirmi beş farklı mantar bulunur ve aralarında bili­nen kanserojenler de vardır.

Maya
“Besleyici” mayaların yanı sıra, hem bira hem de ekmek mayasından uzak durmalısınız. Aynı zamanda maya içeren bi­ra, şarap, ekmek ve diğer fırınlanmış yiyecekler de sizin için za­rarlı. Herhangi bir şekilde maya yemek vücudunuzda mikro-formların büyümesini destekler ve onların toksik asidik artıkla­rını çoğaltır. Bütün yiyeceklerinizin, soslarınızın ve baharatla­rınızın mayasız olduğundan emin olmak için etiketlerini dik­katlice okuyunuz.

Mayalanmış ve maldı yiyecekler
Soya sosu, sirke, miso*, mayonez, tamari ve tempeh**, zey­tin ve turşular bu gruba girer. Ayrıca bunlardan birini içeren soslar da, örneğin hardal, ketçap, biftek sosu, hazır salata sos­ları, tatlandırıcı ve biber sosu da aynı gruptandır. Hepsi asidik­tir veya vücutta asidikleşir ve mantar tarafından mayalanır. Ör­neğin soya sosunun pH değeri 4.45′tir. Ayrıca, mantar tarafın­dan mayalanmış (yüksek şeker oranına sahip) ve asidik olan bütün maltlı yiyeceklerden de uzak durmalısınız.

Alkol
Alkol mayalanmıştır ve asidiktir. Sizi şişmanlatır. “Bira gö­beğini” ve biranın (light ya da düşük karbonhidratlı biranın bi­le) yaklaşık 4.5 pH değerine sahip olduğu gerçeğini bir düşü­nün. Şarap daha da kötüdür; içerdiği bütün tatlandırıcıların yanı sıra, 2.84 pH seviyesine sahiptir.

Alkol, bakteri veya mayanın atık maddesidir. Bunun da üs­tünde, karaciğer alkolü başka bir toksik atık madde olan asit asetaldehite dönüştürebilir.

Aşırı alkol kullanımının verdiği zarar zaten çoktan biliniyor ama içerdiği asit, çok düşük seviyelerde bile zarar verebilir.

Kafein
Kanınıza direkt enjekte edilmiş bir miligram kafein sizi öl­dürebilir. Yani 28 gramlık sütlü çikolatada altı kişiyi, bir fincan koyu bir kahvede ise iki yüz kişiyi öldürmeye yetecek kadar ka­fein vardır. Bu bağımlılık yapan zehirden uzak durma konu­sunda bir kere daha düşünmeniz için yeterli nedeniniz var. Ay­rıca da belirtmek istiyorum ki kafein vücudu susuz bırakır. İde­al kilonuza ulaşmak ve onu korumak için tam olarak suya doymuş olmanız gerekir ve kafein kullanmaya devam ederseniz asla yeterince sulu olamazsınız.

kafein içeriği

Kahve
Kafeini hesaba katmasanız bile, kahve sizin için sağlıklı de­ğildir. Kremalı ve şekerli kahvenin pH’ı 4.0′dır ve damıtılmış sudan 1000 kat asidiktir. Sade kahve 5.09 ile daha iyidir ve ka-feinsiz kahve 5.22 ile daha da iyidir. Ama asit asittir ve bu değerlerin hiçbirisi sağlıklı bir vücuda ait değildir. Eğer hâlâ ikna olmadıysanız şunu bir düşünün: Araştırmalar, kanser hücrelerinin kahvenin içinde yaşayabileceğini göstermiştir!

Çay
Bir kere daha söylüyorum, “kafeinsiz” türden içseniz bile (örneğin biraz da olsa kafein içeren kafeinsiz kahve gibi), içeceğinizin asitliği mönünüze uygun olmalıdır: normal siyah çay 2.79 ve yeşil çay 4.6 seviyesindedir.

Meşrubat
Öncelikle, pek çok meşrubat, şeker veya diğer tatlandırıcı­larla doludur ve bu bile meşrubat içmeye bir son vermeniz için yeterlidir. Şeker veya glikoz dolu olmasalar bile, yapay tatlandı­rıcı oranı çok yüksektir ve bundan da kaçınmalısınız, ikinci olarak, pek çok meşrubatta kafein bulunur, vazgeçmeniz için diğer bir neden. Kafein, kötü olmanın yanı sıra, asidiktir de. Soda protein doygunu bir içecektir ve pH seviyesi 3.0′dır ve damı­tılmış sudan 10.000 kat daha asitlidir. Spor içecekleri en kötü seçimler arasındadır – biradan bile daha asitlidir ki, pek çok so­da da öyledir. Hatta şeker, yapay tatlandırıcı veya kafein içer­meyen soda veya maden suyu bile karbonik asit içerir ve 2.5 oranında pH seviyesi vardır – damıtılmış sudan 50.000 kat daha asitlidir.

Kolanın anahtar bileşenlerinden biri fosforik asittir ve 2.5

pH değeri vardır. Tırnağı yaklaşık dört gün içerisinde eritecek kadar güçlüdür. Konsantre kola şerbetini taşımak için kam­yoncular, Tehlikeli Madde logolu, son derece aşındırıcı mater­yal taşımak için tasarlanmış kamyon kullanmak zorundadır. Fosforik asit kemiklerinizdeki kalsiyumu emer ve osteoporoz riskinin artmasının en büyük nedenlerinden biridir.
Amerikalılar her yıl 167 litre meşrubat içiyor – bu oranda, 1970′lerden beri %131′lik bir artış vardır. Yaşları altı ile on bir arasında değişen çocukların %46′sı her gün soda içiyor. Bu ka­dar şişman olmamıza şaşırmamak lazım! Bir çırpıda boğazı­mızdan aşağıya asit döküyoruz.

Durum yeterince kötü, ama unutmayın ki ne kadar çok so­da içersek, bizim için faydalı olan içeceklerden o kadar az içe­riz. Ulusal Meşrubat Birliği, Amerikalıların sudan dört kat fazla soda alıp içtiğini açıklamıştır.

Bu oran azalsa bile başımız hâlâ dertte. 1 birim karbonik asi­di (sodadaki gibi) nötrlemek için 20 birim bikarbonat gerekir, 1 bardak sodayı (diyet ya da kafeinli olması fark etmez) karşıla­mak için 20 bardak alkalik su içmeniz gerekir. Ve bu suyun üze­rine diğer kaynaklardan gelen asitler için de su içmeniz gerekir!

ph

Sadece alkalik su için
Vücudunuzu sadece alkalik su ihtiyacına uygun bir şe­kilde sulamaksınız. Hepsi asidik olan ve vücudunuzda da­ha fazla su ihtiyacına yol açacak spor içecekleri önerilerine kulak asmayın. Aşırı kilolu olmak, susuzluğun veya susuz­luğun asidik sıvılarla giderilmeye çalışıldığının bir işareti­dir. Diğer yandan, kaliteli alkalik su içmek ideal kilonuza ulaşmak için ilk ve en önemli adımdır.

Çikolata
Şeker içerir. Kafein içerir. Son derece toksik olan theobro-mine ve metil bromin asitlerini içerir. Sizi şişmanlatır. Buna ih­tiyacınız yok.

Meyve
Hemen bütün meyvelerin şeker oranı çok yüksektir ve bu nedenle, içerdikleri besinlere rağmen kaçınsanız iyi olur. Bir­kaç örnek vermek gerekirse ananasın %28′i, muzun %25′i, tatlı kavunun %21′i, elmanın % portakalın %12′si, çileğin %11′i, karpuzun %9′u şekerdir. Bu miktardaki şeker vücudunuzu asit­li tutacaktır. Yüksek şeker oranlı meyveler yerseniz, kilo vere­mezsiniz veya çabuk veremezsiniz, verdiğiniz kiloyu koruya­mazsınız. (Sıradaki yiyecek listesinde göreceğiniz gibi, bazı meyveler diğerlerinden daha iyidir ve önerdiğim birkaçını bu listede ve bir sonraki bölümde yer alan alkalik yiyecekler bölü­münde bulabilirsiniz.)

Yaptığım bir araştırmaya göre, 4 bardak taze portakal suyu vü­cutta asitli bir ortam yaratmaya yetecek kadar şeker içerir ve üç ila beş saat için beyaz kan hücre aktivitesini yarıya indirir, bağı­şıklık sistemim düşürür. Elma suyu bile, yüksek şeker içeriği ne­deniyle kan hücreleri için asidik ve toksiktir. Hastalarım yüksek şekerli meyveler yemediği zaman kırmızı kan hücrelerinin birbi­rine yapışmadığını, dolaşım problemi yaşamadığını ve beyaz kan hücrelerinin daha aktif ve daha sağlıklı olduğunu gördüm. Kan­larındaki asit seviyesi düştüğü için kilo vermeye başladılar.

Mantar
Her türlü mantardan -beyaz, yaban mantarı ve diğerleri- kaçınılmalıdır. Her şeyden önce mantar oldukları için. Ayıca, sindirildikleri zaman asitleşirler.

Yiyeceklerinizi seçin
Sıradaki çizelge, genel olarak yenilen yiyecekleri, yüksek al­kalik ve yüksek asidik arasında altı kategoriye ayırıyor. Sağlıklı kilo vermek için yiyeceklerinizi genel olarak hafif alkalik ve yüksek alkalik yiyecekler arasından seçin; bunu yaparsanız ki­lo vermeye başlayacaksınız ve asit fazlasına bağlı diğer belirti­ler derhal yok olacak. Asidik yiyeceklerden uzak durun. Yedik­leriniz arasındaki yüksek asitli yiyecekleri tamamıyla kesin; ha­fif ile kısmen asidik yiyecekler, yediklerinizin %20′sini oluştur­sun. Kilo vermek, bir yandan da sağlıklı kalmak istiyorsanız, asidik yiyecekler sınırını geçmeyin.

Bir araya getirmek
Bütün bunlar aklınızdayken, tabağınızı nasıl dolduracaksı­nız? Anahtar, her öğünü elektron zengini yeşil yiyeceklerden ve çoklu doymamış yağlardan oluşturmak. Sağlıklı kanı oluştura­cak ve vücudunuzdaki alkalikliği koruyacak yiyecekler bunlar­dır.

Tabağınızın %60-80′i bunlardan, küçük miktarlarda da hu­bubat, fasulye, soya, balık ve pişmiş sebzeden oluşsun. Vücudumuz, %80′i alkalik olan bu oran üzerinde çalışmaya uygun tasarlanmıştır.


7528 .

  • 0
x