Diyabet tanısının, fiziksel sonuçlarının yanı sıra psikolojik etkileri de olur. Bunlar dolaylı olarak ailenizi, dostlarınızı ve neredeyse çevrenizdeki herkesi etkileyebilir. Herkesin diyabet teşhisine verdiği tepki farklıdır. Aynı kişinin tepkisi dahi zaman zaman farklılık gösterebilir. Bu bölümde önce insanların tanıya nasıl anlamlar yüklediklerini anlamaya çalışacak, sonra da inkâr, heyecan, rahatlama, depresyon, kızgınlık ve stres dâhil olmak üzere verilen duygusal tepkileri inceleyecek ve bunlarla başa çıkmaya yönelik ipuçlanndan bahsedeceğiz.
Diyabet olduğunuzu öğrendiğinizde kendinizi nasıl hissettiniz?
Duygularınız çok inişli çıkışlı olabilir. Tabii ki nasıl tepki verdiğiniz, bir ölçüde olayların ne kadar ani geliştiğine bağlıdır, ancak tanıya ve diyabetle yaşamaya verdiğiniz tepkileri etkileyen pek çok başka faktör de bulunmaktadır. Bu faktörler, kişinin herhangi bir zamanda nasıl bir tepki vereceğinin önceden tahmin edilmesini zorlaştırır.
Diyabet tanısı konulmadan önce sorunlarınızla nasıl başa çıkıyordunuz? Genel olarak yaklaşım tarzınız neydi? Sakin mi yoksa sinirli miydiniz? Israrcı mıydınız yoksa kolay mı vazgeçiyordunuz?
Günlük hayatta karşılaştığınız sorunlan çözme tarzınız, diyabet ve tedavisine dair yaklaşımınızı belirler. Duygusal açıdan nasıl tepki vereceğiniz, yaşınızla da yakından ilgilidir. Diyabet öncesi genel fiziksel sağlığınız ile aileniz ve dostlannızla olan ilişkileriniz de yaklaşımınızı belirlemede bir fikir verebilir.
Teşhis konulduktan hemen sonra, insanlar çoğunlukla şoka girerler. Geçici olarak, sorunlarla başa çıkma yöntemlerinin artık işe yaramadığını düşünür ve ne yapacaklannı bilemeyerek keder, üzüntü, korku gibi karmakarışık duygular içine girerler. Sonunda bu kriz safhası geçer ve bu durumu nasıl hayatlarının bir parçası haline getirebileceklerini düşünmeye başlarlar. Bu noktada sürekli dikkat gerektiren daha uzun vadeli zorluklar ortaya çıkabilir.
Tanıyı anlamak
İnsanlann sağlık konusunda olduğu gibi, hastalık hakkında da bazı inançlan vardır. Psikologlar bu inançların belli bir model izlediğini göstermişlerdir: (1) Tanı ve belirtiler hakkındaki inançlar (2) Hastalığın ciddiyeti hakkındaki inançlar (3) Ne kadar uzun süreceği konusundaki inançlar (4) Hastalığa neyin neden olduğuna dair inançlar (5) Tedavi edilip edilemeyeceğine veya tıbbi müdahale gerektirip gerektirmediğine dair inançlar.
İnsanlann hastalık hakkında sahip olduklan inançlardan özellikle ikisi, uzun dönemli olarak alışma sürecinin nasıl seyredeceğini belirleyecektir: Hastalığın nedeni konusundaki (Neden oldu?) ve kontrol altına alınıp alınamayacağı hakkındaki inançlar (Başa çıkmak için ne yapabilirim?).
Neden oldu?
Çok sayıda araştırmacı, akut veya kronik hastalıklan olan kişilerin, bu hastalığa nasıl yakalandıkları konusunda kendilerince bazı düşünceler geliştirdiklerini ileri sürer. Diyabet gibi kronik hastalıklar söz konusu olduğunda sahip olunan inançlar arasında ilahi takdir, stres, fiziksel yaralanma, hastalığa sebep olan bakteriler gibi nedenler bulunmaktadır. İnsanın bundan ötürü birisini suçlayıp suçlama-dığı, eğer böyle bir düşüncesi varsa kabahati kimde bulduğu oldukça önemlidir. Bu konuda kendisini mi, başka bir kişiyi mi, çevreyi mi suçlamaktadır?
Araştırmacılar, hastalığını kontrol altına alabileceğini düşünen kişilerle bu konuda ümitsiz olanlan karşılaştırdılar. Kontrol hissi, olumlu bir bakış açısı geliştirme, yeme alışkanlıklarını değiştirme, bilgi edinme ve oluşabilecek herhangi bir yan etkiyi önlemeye yönelik tedbirler alma gibi olumlu tesirlerin oluşmasını sağladı.
Başa çıkma yöntemleri
Diyabet tanısıyla başa çıkmak, aslında hayatın içinde karşılaştığımız stres verici başka bir olayla mücadele etmeye benzer. Araştırmalar, başa çıkmak için çaba göstermenin, bu kronik hastalığa “tehdit edici” veya “zor” gibi bir değer biçmekle başladığını ortaya koymuştur. Peki hangi yöntemler hastalığa psikolojik olarak iyi hazırlanmayı kolaylaştırmaktadır? Araştırmalara göre, çekinceli bir başa çıkma yöntemi, psikolojik sıkıntıya yol açtığı için hastalığa karşı olumsuz tepkiler geliştirilmesine neden olmaktadır. Bu durumda, hastalığı unutmaya çalışma, “ne olursa olsun” diyerek tepki verme, pasif kabullenme, insanlardan kaçma, başkalannı veya kendini suçlama gibi olumsuz yaklaşımlar da ortaya çıkabilir.
Kronik hastalıklarda, kişinin problemden kendini sorumlu tutması oldukça sık görülen bir durumdur. İnsanlar genellikle diyabete kendilerinin sebep olduklannı düşünürler. Bir açıdan haklıdırlar da. Sigara içmek, kötü beslenmek, egzersiz yapmamak gibi davranışlar kimi hastalıklara davetiye çıkarabilir. Fakat insanın kendini suçlamasının iyileşmesine ne gibi bir yararı olabilir? Bazı araştırmacılar, kendini kınamanın depresyona sebep olacağını belirtmektedirler. Kendilerini suçlayan bireyler, bu durumu önlemek için sürekli ne yapıp ne yapmamaları gerektiğini düşündükleri için, diyabet olmayı kolay kolay kabullenemezler. Diğer yandan, kendini suçlamanın duruma intibak etmeyi kolaylaştıran bir tarafı da vardır. Kişinin, yakalandığı hastalığın kendi hatası olduğunu düşünmesi, çoğu zaman bunu kontrol altına almak için gereken çabayı göstermesini sağlamaktadır. Bu tür duygular, hastalıkla barışma yoluna dönüşmektedir. Sonuç olarak, kendini suçlama davranışı, bazı durumlarda hastalığa intibak ettirici bir özelliğe sahipken, bazen de tersine etki gösterir.
Hastalığın nedenini anlamak ve olası etkileri kavramak, duruma belli bir anlam kazandırır. Bu da, diyabetle başa çıkma ve ona uyum sağlama sürecine yardımcı olur.
İnsanın yaşadığı bir sorunu inkâr etmesi görülmedik bir durum değildir. Açık belirtilere rağmen, hastalığınızı ilk öğrendiğinizde bunu inkâr etme yoluna gidebilirsiniz. İnkâr tepkisi özellikle diyabet söz konusu olduğunda daha riskli hale gelir, çünkü durumunu kabullenmeyen kişi tedavi için gerekenleri yapmaz. Zamanında kontrol altına alınmayan diyabet ise, kısa ve uzun vadeli komplikasyonlara neden olabilir.
İnkâr yoluna giden kişiler, bunu farklı şekillerde ortaya koyabilirler. Bazıları tedavinin gerekliliğini bütünüyle reddederler. Böyle bir durumda, diyabetin kontrol altına alınabilmesi iyice zorlaşır. Bazı kişiler ise, tedavinin bazı kısımlarını görmezden gelirken, diğerlerine uymakta sakınca görmezler. Örneğin, ilaçlarını alır ama uygun şekilde beslenmezler. Bir de, belirtilerin veya diyabetle ilişkili kompli-kasyonlann ilerlediğini inkâr edenler vardır. Örneğin, bulanık görmeye başlayan biri, bunu doktoruna söylemez. Bu davranış, doktorun daha ciddi bir sorunu teşhis etmesini geciktirmeye yönelik bir girişim olabilir.
Ne var ki inkâr, bir parça koruyucu işleve de sahiptir. Örneğin, tam konulmasından hemen sonra, kişinin karşılaştığı sorunlarla başa çıkma yetisinin en az olduğu bir dönemde yaşadığı stresi azaltır. Kişi durumunu kabullenmediği için yoğun bir stres içine girmez. İnkâr aynca hastalığın hoşa gitmeyen belirtilerini ve tedavinin yan etkilerini azaltmaya da yardımcı olur. Bireyin hastalığa alışana ve bunun getirdiği kısıtlamalara daha gerçekçi tepkiler verebilecek duruma gelene kadar hissedebileceği korku ve endişeyi maskeler.
Sonuç olarak inkâr, insanların ilk anda verdikleri yoğun duygusal tepkilerin şiddetini azaltabilir. Ancak ilerleyen dönemlerde, kişinin tedavide gerekli inisiyatifi göstermesine veya sorumluluk almasına engel olabilir.
Endişe
* Çok korkuyorum. Bir türlü huzur duyamıyorum. Bununla başa çıkabileceğimi hissedemiyorum.
* Hep kötü bir şeyler olacak diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Kendimi çok aciz hissediyorum.
Tanıdan hemen sonra görülen tepkilerden biri de endişedir. Endişe, doğası gereği sıkıntı verici olmasının yanı sıra, kişinin normal işlevlerini yerine getirmesini de engeller. Endişeli kişiler, henüz tedavi başlamadan duygusal açıdan yıpranabilirler. Endişe düzeyi yüksek diyabetliler, kan şekeri seviyelerini iyi bir şekilde kontrol altında tutamadıklarını ve belirtilerin arttığını ifade etmişlerdir.
Tetkik sonuçlarını beklerken, tanı konulması esnasında, tıbbi işlemler gerçekleştirilirken ve yan etkilerin ortaya çıktığı sırada endişe en yüksek seviyededir. Endişe aynca, insanların hastalıkları nedeniyle yaşam tarzlarını değiştirmeleri gerektiğini anladıklarında, artık doktora bağımlı olarak yaşayacaklarını hissettiklerinde veya hastalık hakkında fazla bilgileri olmadığında artar.
Tanıyla birlikte ortaya çıkan endişe, zaman içerisinde azalabilirken; olası komplikasyonlar ve bunların iş ve sosyal hayat üzerindeki etkilerini düşünmek endişe düzeyini yeniden arttırabilir.
Rahatlama
* Şaşkınlık içinde çok büyük bir rahatlama hissettiğimi hatırlıyorum. Sonunda bunca aydır neden bu kadar keyifsiz olduğumu anlamıştım. Neler olduğunu öğrenmek ve birilerinin sorunumu anlaması bana huzur verdi.
*Teşhisi duyduğumda rahatladım doğrusu. Artık hastalığımın adı konmuştu ve bir şeyler yapılabilirdi.»
*Bazı insanlar diyabet teşhisiyle birlikte rahatlama hissederler. Rahatlamanın sebebi, bir sorunları olduğunu fark etmelerine rağmen, bunun neden kaynaklandığını bilemedikleri dönemi geride bırakmış olmalarıdır. Kendilerinde bir süredir bazı değişiklikler hisseden kişiler, tanıyla birlikte, doğru tedavi uygulandığı takdirde iyileşebileceklerini düşünerek rahatlarlar. Rahatsızlıklarının “psikolojik” olduğunu düşünen kişiler de, böylece kendilerini neden iyi hissetmediklerini anlamakta ve ruhsal bir problem yaşamadıklarına kanaat getirmektedirler.
Depresyon
Kendimi çok mutsuz ve umutsuz hissediyorum. Hayatımda birçok değişiklik yapmam gerekiyor. Gelecekten ve diyabete bağlı sonuçlardan korkuyorum.
*Ben ne işe yarıyorum ki? Ne kendime ne de çevremdekilere bir yararım var. Kendimi işe yaramaz biri olarak görüyorum.
Yukarıdaki ifadeler, depresyona giren diyabetlilerin sözleridir. Diyabeti olan kişilerde depresyona rastlama olasılığı, genel nüfustan üç kat fazladır. Diyabetli kişilerin en az % 15′inde depresif belirtiler görülmektedir. Depresyon ruh sağlığının yanı sıra, hem yetişkinlerde hem de çocuklarda, kendi kendini idare etme yetisini ve kan şekeri düzeyini kontrol altına alma azmini olumsuz yönde etkilemektedir. Ne var ki, genellikle diyabetli kişilerin yaşamakta oldukları depresyon görmezden gelinir.
Depresyonun belirtileri nelerdir?
Depresyonun birçok belirtisi bulunmaktadır. Aşırı üzüntü, cesaretsizlik, melankoli hali, diyabetle ve tedaviyle ilişkili olmayan iştahsızlık, çok az veya çok fazla uyumak, sosyal faaliyetlerden tamamıyla uzak durmak, sık sık ağlamak, sürekli geçmişteki olayları düşünüp hayıflanmak, umutsuzluk ve karamsarlık gibi belirtiler depresyonun işareti olabilir.
Aynca sebepsiz yere çok fazla öfkelenip kızmak; korkularda aşmlaşma; kişinin kendisini yetersiz ve değersiz hissetmesi; işine, ailesine veya hayatında yeri olan herhangi bir şeye karşı ilgisini kaybetmesi; hastalık veya tedaviyle ilgili olmayan güçsüzlük ve halsizlik; düşünme, konuşma yetilerinde veya tepkilerde genel bir yavaşlama gibi belirtiler de depresyondan kaynaklanabilir. Bu belirtilerin yoğunluğu arttıkça, depresyonda daha da belirgin hale gelir. Kişinin kendisine yardım edebilmesi için bir an önce harekete geçmesi gerekir.
Depresyonla nasıl başa çıkabilirsiniz?
Yüksek kan şekerinin depresyonu şiddetlendirdiğini bilmek önemlidir. Bu nedenle depresyonu hafifletmenin ilk aşamalarından biri, kan şekerinizi çok sıkı kontrol altına almaktır.
Depresyonla başa çıkmaya yönelik etkin strateji ve teknikler, depresyona girmenizi de önleyecektir. Ne var ki bu, bir daha hiç sıkıntı duymayacağınız anlamına gelmez. Yeniden aynı şeyleri yaşabilirsiniz ama bu kez ne yapmanız gerektiğini biliyorsunuzdur.
Öfke nedir?
Ulaşılması gereken bir hedefe veya isteğe engel olan şeyler insanda hayal kırıklığı yaratır. Bunun sonucunda, öfke olarak adlandırdığımız gerilim ve düşmanlık hisleri ortaya çıkabilir. Öfkeyle başa çıkmayı öğrenirken, öncelikle öfkenin her kişinin zihninde ona özel bir biçimde oluştuğunu bilmelisiniz. Öfke olaylann değil, düşüncelerin sonucunda ortaya çıkar. Sizi öfkelendiren olayın kendisi değil, sizin onu yorumlama biçiminiz, düşünce şekliniz veya o olay hakkındaki hislerinizdir.
Farklı öfke biçimleri var mıdır?
Öfkeyle başa çıkmayı öğrenirken, bu duygunun üç farklı şekilde yaşandığını bilmek size yardımcı olabilir. Böylece, ortaya çıkan öfkeyi daha kolay tanımlayabilirsiniz.
Birinci tür öfke, saldırgan, kontrolsüz bir duygu ifadesi olan hiddettir. Büyük ihtimalle bu, yaşayabileceğiniz en yoğun öfke türüdür. Bu tür öfke, bir patlamayla dışavuru-lur. Hiddet, zaman içerisinde oluşan yoğun bir fiziksel enerjinin yıkıcı bir biçimde salıverilmesidir.
İkinci tür öfke, içerlemedir. Kişi genellikle bu duyguyu içinde yaşar. İçten içe bir kişiye veya objeye yöneltilen ve hiçbir zaman dışa vurulmayan bir duygudur. İçerleme kişiyi gizli gizli rahatsız eder ve hiddetten çok daha fazla psikolojik ve fizyolojik zarar verebilir.
Üçüncü tür öfke ise kızmadır. Bu, genelde daha uygun ve olumlu bir öfke türü olarak görülür. Hiddetin tersine, kontrollü bir biçimde dışa vurulur.
Bu üç tür öfke, bir arada veya birçok biçimde ortaya çıkabilir. Öfkenin farklı görünümleri anlaşıldığında, kişi bu duyguyla karşılaştığında neler hissettiğini kolayca teşhis edebilir ve durumun üstesinden daha kolay gelir.
Öfkeye ne sebep olur?
Diyabeti olan kişiler için, hastalığın gerektirdiği ekstra kişisel bakım, öfke sebebi olabilir. İstediğiniz her şeyi yiyememek sizi kızdırabilir. Diyabetin hayatınıza birtakım kısıtlamalar getirdiğini düşünmek öfkelenmenize yol açabilir. Ailenizin sizi yeterince anlamadığını veya çok fazla korumacı davrandığını düşünerek öfkelenebilirsiniz. Diğer yandan, ne kadar çaba harcarsanız harcayın, kan şekerinizi istediğiniz seviyede tutamamak da sizi kızdırabilir. İnsanların, içinde bulunduğunuz durumu bilmeden, düşüncesiz yorumlar yapmaları sizin için bir öfke sebebi olabilir. Tabii ki öfkeyle başa çıkmadan önce, bu duygunun farkında olmalı ve öfkenizi yenmekle diyabetin ortadan kalkmayacağını kabullenmelisiniz.
“Neden ben?”
Diyabetli kişilerin sık sık sordukları biri soru vardır: “Neden ben?” Bu soru, kişinin yaşadıklarından ötürü bir haksızlığa maruz kaldığını düşünmekte olduğunu ima eder. Hatta birilerini bu durumdan sorumlu tutuyor da olabilir. Oysa bu tür bir duygu içinde olmanın, durumu düzeltme yönünde hiçbir etkisinin olmadığı açıktır. “Neden ben?” diye sormak, size herhangi bir şekilde yardımcı olmaz. Şu durumda artık ne yapmak gerektiğini sormanız çok daha iyi olacaktır.
Suçluluk
*Bazen aileme yük olmaktan ötürü suçluluk duyuyorum. Özellikle de diyetimi bozduğum zamanlarda…
*Sağlık sorunu olmayan arkadaşlarımı ve başka insanları kıskanıyorum, Bu durum suçluluk hissetmeme neden oluyor.
Suçluluk, diyabeti başanlı şekilde kontrol altına almanızı engelleyen çok yıpratıcı bir duygudur. Kendinize duyduğunuz güveni azaltır ve duygusal kaynaklarınızı tüketir. Suçluluğun nasıl geliştiğini ve neden kaynaklandığını fark ederek, olumlu ve gerçekçi düşünerek bu duygunun şiddetini azaltabilir, hatta bunu tamamen ortadan kaldırabilirsiniz. Böylece dikkatinizi hastalığı kontrol altına almaya yönlendirebilirsiniz.
Suçluluk duygusu genelde iki şekilde görülür. Birincisi, yanlış yapma duygusudur. Hata yapma ya da yapılmaması gereken bir fiili işlemiş olma durumda hissedilir. İkincisi, kişinin kendisini kınamasından kaynaklanan “kötü olma” duygusudur ve daha fena bir duruma işaret eder. İnsanın bir hata yaptığında kendisini kötü hissetmesi normal ve anlaşılabilir bir durumdur. Fakat kendisine “kötü” olduğunu söyleyip durmak, çok daha derin bir suçluluk duygusu oluşturur.
Diyabetli kişiler birçok nedenden ötürü kendilerini suçlu hissederler. Diyabetin oluşmasına yol açan şeylerden birini yapmaktan (kötü beslenme) veya hastalığından ötürü aile içinde huzursuzluğa sebep olmaktan dolayı kişi kendisini suçlu hissedebilir. Sonuç olarak suçluluk, oldukça yıkıcı bir duygudur. İnsanı fiziksel ve duygusal açıdan tüketerek diyabetle başanlı bir şekilde mücadele etmesini engeller.
Stres
Hepimiz hayatımız boyunca çok sayıda verici olaya maruz kalınz. Baskı, gerilim veya duygusal tepki olarak tanımlanan “stres” terimi, farklı kişiler için farklı anlamlar taşır. Stres, vücudumuzun gündelik hayat içinde ortaya çıkan sıkıntılara bir tepki olarak verdiği cevaptır ve bunun sonucunda vücudumuzda bazı psikolojik ve fizyolojik değişiklikler meydana gelir. Her gün uyum sağlamamızı gerektiren pek çok şey yaşanz. Gürültü, kalabalık, kötü bir ilişki, bir iş görüşmesi, zor bir işte çalışmak hatta işe gidip gelirken katlanılan trafik vs. bunların arasında sayılabilir. Bunlar “stres oluşturucu” olaylardır. Stres oluşturucu bir olaya karşı vücudumuzda meydana gelen değişiklikler, strese verdiğimiz tepkiyi gösterir. Stresin birçok tıbbi soruna sebep olduğunu veya bunları şiddetlendirdiğini hepimiz biliyoruz. Diyabet de bunlardan birisidir. Aslında diyabet, hem strese neden olan hem de stresten oldukça etkilenen bir hastalıktır.
Stresin belirtileri nelerdir?
Stres, avuçlann aşın derecede terlemesine, kalp çarpıntısına, boğaz kuruluğuna, yorgunluğa, mide bulantısına, kusmaya veya baş ağrısına sebep olabilir. Duygusal açıdan da depresyon, korku, öfke, sinirlilik veya huzursuzluk biçiminde ortaya çıkabilir. Stres belirtileri, hem vücudunuzu hem de duygularınızı etkileyebilen kompleks tepkiler olarak kendini gösterir.
Stres vücudu nasıl etkiler?
Stres, hayatta kalmaya yönelik doğal bir tepkidir. îçsel ve dışsal uyaranların etkisiyle tehdit edildiğinizi düşündüğünüzde vücudunuzda stres oluşur. Stres anında dolaşım sistemi hızlanır ve kan, vücudun farklı bölümlerine, özellikle de vücudu korumaya yönelik sistem ve organlara hızla hücum eder. Bu durum tansiyonu yükseltir. Kan akışı yön değiştirdiğinden, sindirim sistemine giden kan azalır; dolayısıyla sindirim süreci yavaşlar. Stres, aynca, kan damarlarını büzerek kalp atışını hızlandınr ve yukarıda sayılan diğer fizyolojik belirtilerin oluşmasına yol açar.
Bu arada kişi titreyip terler. Yüzüne kan hücum eder ve vücudundaki adrenalin salgısı artar. Ağız kuruluğu ve mide bulantısı görülebilir. Solunum hızlanır, kişi derin nefes almakta zorlanır. Kalp hızla çarparken kaslar kasıldığı için baş ağnsı ve kramplar oluşabilir.
Strese maruz kalan vücut, kendisini fizyolojik açıdan hayatta kalmaya hazırlar. Bu bir “savaş ya da kaç” tepkisidir. Stresi yok edecek şekilde tepki veremediğinizde, belirtiler şiddetini arttırarak devam eder. Stresi ortadan kaldırmak için herhangi bir şey yapamamak, daha fazla strese neden olur. Böylece bir kısır döngü oluşur ve vücut hırpalanır. Birçok araştırmacı, uzun süreli stresin bağışıklık sistemini zayıflatacak kadar yoğun bir gerginlik oluşturduğunu ifade etmektedir. Bu durumda vücut birçok hastalığa açık hale gelmektedir.
Stres diyabeti nasıl etkiler?
Stres, özellikle diyabetli kişiler için çok tehlikelidir. “Savaş ya da kaç” tepkisinin doğal sonucu olarak salgılanan hormonlar, vücudu hızlı hareket etmeye hazırlar. Bu hormonlar, vücudun enerji olarak kullanmak üzere depoladığı kan şekerindeki glikojeni parçalar. Ne var ki diyabetli kişiler, bu fazladan glikozu etkin bir biçimde enerji olarak kullanamazlar ve kan şekerleri hızla yükselir.
Stresli zamanlarda kişinin kendisine iyi bakamama ihtimali de artar. Baskı altında olunduğunda, örneğin bir iş zamanında bitirilmeye çalışıldığında, kişi yemek yemeye vakit bulamayabilir. Yese bile, beslenme biçimine uygun gıdaları seçme fırsatı olmayabilir. Yine, “yapılacaklar” listesinde çok daha önemli işleri olduğunu düşündüğü için, egzersize vakit ayırmayabilir. Zamanla maruz kaldığı stresin etkisiyle yeniden sigara içmeye başlayabilir veya beslenme biçimine hiç de uygun olmayan şeyler atıştırma yoluna gidebilir. Bu davranışların hepsi, kan şekeri seviyesini ciddi şekilde etkileyecektir.
Strese verilen duygusal tepkiler
“insanların anlayamadığı, benim de kabul edemediğim şey, kan şekerimin normalin biraz üzerinde çıkmasından duyduğum yoğun korku ve şekerim düşene kadar hissettiğim stresti.”
Strese verilen duygusal tepkiler, fiziksel tepkiler kadar görünür olmayabilir. Stres kişinin başına geleceklerden endişelenmesine ve bir adım sonra neyle karşılaşacağından ürkmesine yol açar. Stresliyken olaylara ilginizi kaybedebilir ve belli bir konuya odaklanamayabilirsiniz. Bu arada yeni bir şey öğrenmek de insana çok zor gelir. İnsan yeni bir işe girişmekten korku duyabilir, kendisini işten çekebilir veya asabileşebilir. Kendine güveninde de azalma olur.
Aynca sinirlenip üzüldüğünüz için yaşadığınız fiziksel belirtilerden ötürü (yüzünüzün kızarması, sesinizin titremesi vs.) de duyarlılık geliştirerek çok daha büyük bir stres altına girebilirsiniz. Strese girdiğinizde sık soluk alıp veriyorsanız veya kalbiniz çarpıyorsa, verdiğiniz bu fiziksel tepkiler panik duygusuna kapılmanıza neden olabilir. Çoğu insanda, strese karşı hem fiziksel hem de duygusal tepkiler oluşur.
Stres iyi midir kötü müdür?
Stres iyi de olabilir, kötü de. İnsana fazladan enerji verdiğinde faydalı olabilir. Araştırmalar, belli bir miktarda stresin, mücadele etmek için gerekli ve yararlı olduğunu gösterir. Stres, gücünüzü toplamanıza ve hayatınızı en iyi şekilde idame ettirmenize yardımcı olabilir. Fakat kontrolsüz hale geldiğinde, tüm enerjinizi tükettiği ve mevcut fiziksel ve duygusal sorunlarınızı daha da içinden çıkılmayacak duruma soktuğu için oldukça yıpratıcı olur.
Diyabette strese ne sebep olur?
Diyabet pek çok şekilde strese neden olabilir. Örneğin kan şekeri seviyenizi “kusursuz” bir şekilde kontrol altında tutmak için kendinizi baskı altında hissedebilirsiniz. Diyabetle birlikte ortaya çıkabilen sinirlilik hali, aile fertleri ve dostlarınızla ilişkilerinizi etkileyebilir. Tedavi sürecinde yaşadığınız sorunlar ile yeni beslenme biçiminize ve hayat tarzmızdaki değişikliklere uyum çabalan stres nedeni olabilir. Kısa veya uzun vadeli komplikasyonlar, diyabetli kişiler için sık rastlanan bir stres nedenidir. Kişi henüz bir komplikasyon yaşamasa bile, ileride yaşabileceği endişesi onu strese sokar. Ayrıca, sorumluluklannızı yerine getirip getiremeyeceğiniz konusunda hissedeceğiniz endişeler de stres oluşturabilir.
Her insanın strese tepki verme şekli farklıdır ve verdiği tepki farklı etkenlere dayanır. Yetiştirilme tarzınız, kendinize duyduğunuz güven, kendinizle ve yaşamla ilgili inançlannız, düşünce ve davranış biçiminiz strese verdiğiniz tepkiyi belirler. Hayata bakışınız, fiziksel ve duygusal durumunuz ve diğer insanlarla ilişkileriniz de tepkiyi şekillendirmede önemli bir rol oynar.
Özet olarak, herkesin stresle mücadele şekli kendine özgü ve bireyseldir ve bu yöntem, birçok düşünce ve davranışın birleşimine bağlıdır. Son dönemde yapılan çalışmalarda stres, kişi ile dış dünya arasındaki etkileşim ve bireyin olayları yorumlama ve değerlendirme biçimi olarak tanımlanmaktadır. Stresin sadece ortam, hastalık veya çevredeki herhangi bir olayın sonucunda oluşmadığını gösterdiği için, bu yeni tanımın yaygınlaşması stresle mücadelede önemli bir adım olacaktır. Kişinin stres oluşturucu unsuru yorumlama biçimi, stresin kaynağı kadar önemlidir. Bu nedenle kişi, strese verdiği tepkiyi kontrol altına alma yetisine sahip olmayı öğrenmelidir.
Stresle nasıl mücadele edebilirsiniz?
Stres, zihni ve bedeni pek çok şekilde etkileyebileceğinden, stres yönetimi diyabetle mücadele programının çok önemli bir parçasını oluşturmaktadır. Stresin, kan şekeri seviyesi de dâhil olmak üzere, diyabeti birçok yönden etkilediği bir gerçektir. Stresle mücadele için diyabet kontrolüyle çatışmayacak stratejiler geliştirilmelidir. Bilindiği gibi sigara, alkol ve uygun olmayan ilaçları kullanmak ile gereğinden fazla yemek yemek, sık başvurulan fakat son derece yanlış mücadele stratejileridir. Bu tür davranışlar, dikkatinizi dağıtıp belli bir süre stresin etkilerini geciktirebilir. Ancak bunlar aynı zamanda size zarar verir ve stresle yapıcı şekilde başa çıkmanızı engeller. Peki, bu durumda ne yapılmalıdır?
Rahatlama teknikleri ve düzenli egzersiz, stresle mücadelede vazgeçilmez adımlardır. Olumlu düşünce de stresi azaltmada etkilidir. Ancak stresle mücadelede gerçekçi olmak gerekir; gerginlik kontrol altına alınsa da, tamamen ortadan kalkmayacaktır. Bu durumda hedef, stres tepkisinin fiziksel ve duygusal etkileriyle daha iyi mücadele etmektir. Aşağıdaki ipuçlan size bu konuda yardımcı olacaktır.
Korkular
Diyabet olduğunuzu ilk duyduğunuzda büyük ihtimalle “Şimdi ne olacak? Gelecekte neler yaşayacağım?” diye düşünmüşsünüzdür.
Bunlar herhangi bir kronik hastalık teşhisi konulan herkesin aklına gelen sorulardır. Zaman geçtikçe, bu ilk sorulann bazılannın cevapları yavaş yavaş verilecek ve artık “diyabetli” hayatınıza alışmaya başlayacaksınız. İlk korkuları atlattıktan sonra, daha detaylı sorular üzerinde yoğunlaşan yeni korkulannız olabilir. Kendinize iyi bakamama endişesi, uzun vadeli komplikasyonlan yaşama ihtimali veya başka olay ve tecrübeler sizi korkutabilir. Tüm bu korkulann yaşanması oldukça normal ve beklenilen bir şeydir. Her ne kadar korkulannız “normal” olsa da, bunlarla etkin bir biçimde mücadele edemezseniz zararlı hale gelebilirler.
Diyabeti olsun olmasın birçok insan iğneden korkar. Hatta sırf bu nedenle doktora gitmeyen kişiler vardır. Ancak insüline ihtiyacınız varsa, iğneden kaçmak gibi bir seçeneğiniz olamaz.
însülin kullananların büyük bir çoğunluğu, insülin alma beklentisinin insülin iğnesi olmaktan daha kötü olduğunu belirtmektedir. Üstelik, sağlık görevlileri size kendi kendinize iğne yapma konusunda rehberlik ederken, bu işlemin güvenli ve etkili yollannı göstereceklerdir. Böylece söz konusu süreç, olabildiğince kolay ve hızlı gerçekleşecektir. Aynca, eğer gerekirse, iğne korkunuzu yenmek için bir uzmandan yardım alabilirsiniz.
Diyabeti olan pek çok insan, nöropati veya retinopati gibi fiziksel sorunların ortaya çıkacağından korkarak günlük faaliyetlerini sınırlamak zorunda olduğunu düşünür.
Birçok kişi de, diyabetle bağlantılı hastalıklardan ötürü sakat kalacağından korkar. Oysa bu tür sonuçlann gelişmesini önlemeye yönelik tedbirler alınabilir.
Pek çok korkunun üzerinde dursak da, yaşadığınız tüm korkuların hepsine burada yer vermemiz mümkün değil. Ayrıca önerdiğimiz mücadele yöntemleri de korkuyla başa çıkmada kullanılabilecek tüm yöntemleri kapsamıyor.
Zaman zaman korkuya kapılmak son derece doğaldır. Küllendiğini sandığınız korkular, günün birinde yeniden su yüzüne çıkabilir. Önemli olan, korkuya teslim olmadan dizginleri ele almaktır. Unutmayın ki korku duymak normaldir. Ancak duyduğunuz korkunun sizi zayıflatıp mücadele gücünüzü kırmasına izin vermemelisiniz.
Korkulannızı tanımaya çalışın. Bazı korkuları yenmek için davranışlarınızı, bazıları içinse düşüncelerinizi değiştirmeniz gerekecektir. Kontrolü ele aldığınızda, hem kendinizi daha iyi hissedecek hem de korkularınızın yavaş yavaş azaldığını göreceksiniz. Tüm bunlar, korkulannızın tamamen ortadan kalkacağı anlamına gelmez. Ama çaba gösterdikçe korkunun şiddeti azalacak ve ne olursa olsun bununla başa çıkabileceğinizi bilmenin verdiği güvenle kendinize daha farklı bakacaksınız.